27 Ağustos 2009 Perşembe

İran Irkçılığının Anatomisi: Güney Azerbaycan'ın Direniş Hareketinin Temellerine Yansımalar

Dr. Ali Rıza Asgharzadeh
Çeviren: Sevda Zenjanlı

Son günlerde (2006 yılının Mayıs-Haziran aylarında) İran'daki Azerbaycan bölgesinin şehir ve kasabaları bir kez daha, ülkenin ırkçı ve sömürgeci düzenine karşı verilen mücadeleye sahne oldu. Güney Azerbaycan'da devam eden bu hareket, İran'daki iç sömürgecilik ve ırksal baskı göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Bu iki faktörden bahsetmekten kaçınan hakim Fars söylemi, ülkedeki sosyal ve etnik eşitsizlikten tamamen farklı bir tablo çizerek uluslararası medya ve ırkçılık karşıtı güçleri kandırmayı başarmıştır. İran toplumunda önemli sosyal etkenler olan ırkçılık ve sömürgecilik görmezden gelinirse söz konusu Azerbaycan hareketini ve Kürdistan, Khuzistan, Beluçistan, Türkmen-Sahra ile ülkenin diğer bölgelerindeki benzer hareketleri kapsamlı şekilde analiz etmek mümkün olmayacaktır.

Etnik çoğulculuk, farklılık ve çeşitlilik, her zaman İran adlı ülkenin belirleyici özelliklerinden biri olmuştur. Azeri Türkleri, Kürtler, Beluciler, Türkmenler, Araplar, Lorlar, Gilekiler ve Mazenderaniler gibi çeşitli etnik kökenlerden gelen halklar, yüzyıllardan beri İran'da yaşamaktadırlar. Günümüzde İran olarak bilinen yerin uygarlık tarihi, altı bin yıldan öncesine dayanmaktadır. Mevcut arkeolojik/dilsel kayıtlar, bölgede en başından beri etnik,dilsel ve kültürel çeşitliliğin ön planda olduğunu gösteriyor. Ülkede hiç bir etnik grup kesin sayısal çoğunluğu teşkil etmese de günümüzde 30 milyonun üzerindeki nüfuslarıyla Azeri Türklerinin çoğunlukta olduğu söylenebilir.

1925 yılına kadar ülke, geleneksel bir konfederasyon sistemi olarak tanımlanabilecek bir şekilde yönetilmiş ve bütün etnik gruplar dillerini, geleneklerini, kültürlerini ve kimliklerini yaşama ve geliştirme özgürlüğünden yararlanmışlardır. 1925'te Pehlevi rejiminin yönetime gelmesinden itibaren, etnik ve dilsel çoğulculuğa olan doğal eğilim aniden durdurulmuş ve günümüze kadar devam eden tek kültür ve tek dillileştirme süreci başlatılmıştır. Bu şovenist sürecin amacı, Fars azınlığın dil, tarih, kültür ve kimliğini, bütün İranlıların tek ortak dil, tarih, kültür ve kimliği olarak sunmaktır.

80 yıldan uzun süredir, İran'ın merkezi devletinin rolü, ülkedeki etnik ve dilsel çeşitliliği inkar etmek ve yok saymak olmuştur. Pehlevi rejiminin ülkedeki kültürel, dilsel ve etnik farklılıkları yok etmeye odaklanması gibi, şimdiki İslam Cumhuriyeti de asimilasyon, dışlama ve ırkçılık siyasetlerini devam ettirmiştir. Şimdiki yapıda, geçmiş rejimden miras kalan dışlamacı ve ırkçı uygulamalara cinsiyet ve din temelli baskılar da eklenmiştir. Devlet güçlerinin ırkçı siyasetlerine, baskın etnik gruba mensup olmaları sayesinde ülkedeki tek dil, tek kültür ve ırkçılık yapısından ayrıcalıklar kazanan bir çok Fars yazar, entellektüel ve düşünürün ideolojik ve söylemsel desteği eşlik etmiştir. Bu destekçiler topluluğuna, Fars ırkçılığına verdikleri candan destekle Farsların kendilerini bile şaşırtan, Fars olmayan asimile yazar ve entellektüeller de dahildir. Örneğin, Mahmud Afşar, İrej Afşar ve Ahmed Kesrevi gibi Türk kökenli şahıslar da bu çirkin ırkçı sistemin kurulucuları arasındadırlar.

Devlet güçleri, elitler ve farslaşmış entellektüeller bir araya gelerek çağdaş dünyadaki en ırkçı sistemlerden birini ayakta tuttular. Eski ve gözden düşmüş Aryanizm paradigmaları ve 18-20. yy. Avrupasının ırkçı teorilerinden beslenen bu saf ırkçılık, Amerikan Jim Crow ırkçı sisteminden, Nazizmden, Avrupa faşizminden ve Güney Afrika Apartheid rejiminden daha uzun ömürlü olmuştur. Sonuç olarak, Almanya, Avrupa, ABD ve Güney Afrika'daki benzerleriyle kıyaslandığında İran'daki Fars ırkçılığı, dayanıklılık, normalleşme ve asimilasyon kapasitesi açısından büyük bir başarı örneği göstermiştir. Aşağıda bu egemen ırkçı söylem ve pratiğin bazı belirgin özelliklerinden bahsedilmiştir:

1. Aryan (Ari) Irkının Üstünlüğü Söylemi
İran'daki Fars Irkçılığı, sözde Ari ırkının üstün olduğu bir dünya görüşünün savunucusudur. 18.-20. yüzyıl Avrupa ırkçılığından fikirlerinin teorik/ideolojik kaynağı olarak yararlanan egemen grup, ülke kaynaklarını bu üstün Ari ırkının İran'daki varlığı ve tarihinin araştırılması için harcamaktadır. Buna rağmen, İran'da Aryanist bakış açısını reddeden ciddi bilimsel çalışmalara destek verilmemesi bir yana, bunların yayınlanmasına bile izin verilmemektedir. Örneğin tarihçi Naser Poorpirar'ın Sasani İmparatorluğu'yla ilgili olan son çalışmasının İran'da yayınlanmasına izin verilmedi. Kendi internet sitesinde (http://naria.persianblog.com/) verilen bilgiye göre yazar kitabı Singapur'da yayınlayarak dağıtım için İran'a geri gönderdi. İran'ın islam öncesi tarihinin oryantalist yorumunu eleştirel bir şekilde inceleyen bir çalışmanın İslam Cumhuriyeti'nde herhangi bir sansürle karşılaşmayacağı sanılabilir ancak durum böyle değil. Poorpirar'ın ve ona benzer çalışmaların yayınlanması, İran'ın Aryan/Fars merkezli tarihini sorgulayarak kurmaca, sahte ve iki yüzlü yanını ortaya çıkarmaları nedeniyle engelleniyor.

2. İran'ın Aryanların Ülkesi Olduğu Söylemi
Fars ırkçılığı İran'ı açıkça, hakim Fars topluluğun dili, kültürü ve kimliğiyle özdeşleştirilen sözde Aryanların ülkesi olarak tanımlar. Bu ırkçı aşama doğrultusunda Farsça ülkenin tek milli/resmi dili ilan edilmiş ve Fars kültürü bütün İranlıların milli kültürü olarak tanımlanmıştır. Aynı şekilde İran tarihi sözde Ari ırkına mal edilerek diğer etnik toplulukların tarihleri, hikayeleri ve anlatıları dışlanmış, çarpıtılmış ve yok edilmiştir. Bu dışlama, devlet sponsorluğunda düzenlenen araştırma projeleri, okul kitapları, üniversite notları, eğitim müfredatı, araştırma fonları tahsisi vb. altında gerçekleşmiştir. Kısaca İran'daki ırkçı düzen altında İranlı olmak, Fars olmakla eşit hale getirilmiştir. Bu tür ırkçı bir kimlik tanımlaması, Fars olmayan ve anadili olarak Farsça konuşmayan toplulukların yabancılaşması ve ötekileştirilmesine hizmet etmektedir.

3. İran'ın Ari Ulusunun Dil Vasıtasıyla Arınması Söylemi
Eski Avrupa'nın ırkçı bakış açısından esinlenen İran'daki hakim söylem, ırkı dille eşit tutmakta ve Azeri Türkleri gibi Fars olmayan topluluklara Hint-Avrupa dilleriyle bağlantılar yaratarak onların binlerce yıl önce Hint-Avrupa dillerinde konuştukları ve buna göre Ari ırkından olduklarını göstermeye çabalamaktadır. Bu söyleme göre söz konusu topluluklar kendilerini değersiz dilsel/etnik/kültürel kimliklerinden arındırarak üstün Ari ırkının dili olan Farsça'yı konuşmalıdırlar.

Tarih öncesi (ve hayal ürünü) dillerin bu şekilde yeniden oluşturulması, ırksal ve dilsel kimlikleri temellendirmekte ve onlara kökenleri, ortaya çıkışları vb. uydurma tarihi faktörler vasıtasıyla öncelik tanıyarak; kimin kimden daha önce geldiği, ilk gelenin kim olduğu, son gelenin kim olduğu, kimin dilinin diğerlerinden daha önce konuşulduğu ve sonuç olarak kimin diğerlerinden daha üstün olduğu gibi anlamsız fikirleri çoğaltmaktadır. Bunlar ise çeşitli etnik/ulusal topluluklar arasında gereksiz 'yarışlar' oluşturarak aralarında kin, güvensizlik ve anlayışsızlık oluşturmaya hizmet etmektedir, ki bu durum onları hakim ırkçı düzen altında sömürülerek asimile edilmeye karşı savunmasız bırakmaktadır.

İran'daki ırkçı düzen çerçevesinde ülkenin Farsça olmayan dilleri açıkça yasaklanmış ve eğitim, öğretim, yazışma ve yönetim dilleri olmaları engellenmiştir. Hakim topluluk Farsça dışındaki dilleri yasaklayarak azınlıklaştırılmış toplulukların kimliğini çiğnemekte, beyinlerini zapt etmekte ve ruhlarını hissizleştirmektedir. Onlar, coğrafi bölgelerin, şehirlerin, köylerin, kasabaların ve sokakların yerel isimlerini kaldırmış; dışlanmış etnik gruplara mensup tarihi kahramanları, edebi şahsiyetleri, bilim adamlarını, popüler film yıldızı, şarkıcı ve dansçılar ile sanatçıları ise kendine maletmiştir. Anadili Farsça olmayan toplulukların çocuklarına diledikleri isimleri koymaları, kendi yerel dillerini, kültürlerini, isimlerini, kelimelerini ve sembollerini kullanmaları engellenmiş, egemen söylem ve pratik tarafından onaylanan isim ve simgeleri kullanmaya mecbur edilmişlerdir.

4. Tarihi, Dini ve Edebi Yorumlama Çalışmalarında Anakronizm
İran'daki egemen söylem, kullandığı anakronik analiz metoduyla çeşitli tarihi olayları ve "Avesta" ile Firdevsi'nin "Şahname"si gibi klasik edebi eserleri tamamen ırkçı bir şekilde yorumlamaktadır. Söz konusu tarihi metinler, çağdaş ırkçı teorilere ve bu metinlerin yazıldığı dönemde var olmayan kavramlara göre yorumlanmaktadırlar. Tarihin bu şekilde çarpıtılması İran'da hakim olan ırkçı düzenin devam etmesini kolaylaştırmakta ve bu yorumlar ülkenin tek bir ırk tarafından sahiplenmesine meşruiyet kazandırarak, tek dil, tek tarih, tek kültür ve tek kimlik siyasetine yarar sağlamaktadır. Anakronizm, günümüzde İran'da devam eden baskılara, dışlama ve imha politikalarına tarihi bir mazeret sunmaktadır.

5- Özcülük İnancı ve İranlılığa Özcü Bir Bakış Açısı
İran'daki egemen söylem, ırka ve dile dayalı özcü bir kimlik anlayışını savunmaktadır. Irkçı düzen kimliklere sabit olmayan, değişime açık ve akıcı kavramlar olarak bakmak yerine kişilere ve topluluklara "İranlılık" (İraniyyat) derecelerine göre sabit kimlikler dayatmaktadır. Bu özcü bakış açısı doğrultusunda, Hint-Avrupa dillerini konuşanlar gerçek İrani kimlik mensupları olarak tanımlanmakta ve bundan dolayı Sami ya da Türki dilleri konuşanlardan daha İranlı sayılmaktadırlar.
Hakim düzen, güçsüz kılınmış topluluklar arasında düşmanlık yaratmak için ırk kartını kullanarak, onlar arasında oluşabilecek herhangi bir dayanışmayı önlemeye çabalamaktadır.
Toplumun bir kısmını asıl İranlılar, gerçek Ariler, İran'ın esas sahipleri gibi tanımlayarak bir "böl ve yönet" politikası izlenmekte ve çeşitli etnik gruplar arasına kin ve güvensizlik tohumları ekilmektedir. Aynı zamanda etnik köken ve dile dayalı bir nüfus sayımının gerçekleştirilmesi engellenmekte, böyle bir sayımın ülkede Fars ve Fars olmayan toplulukların gerçek boyutunu ortaya çıkarmasından korkulmaktadır. İran'ın asıl sahipleri, gerçek Ariler ve benzer ırkçı kavramların abartılı ve provakatif şekilde vurgulanmasına rağmen, etnisite-dil kaynaklı bir nüfus sayımının gerekliliği, üniversitelerde etnik çalışma bölümlerinin açılması ve etnik topluluklar ile ilişkilerin araştırılması gibi gerçek sorun ve ihtiyaçlar düşünülmemekte ve gözardı edilmektedir.

6- Irkçı Uygulamaların Sistematikleşmesi
İran'daki ırkçı düzen, azınlıklaştırılmış toplulukların haklarını savunan aktivistleri güçsüz kılmak, suçlulaştırmak ve cezalandırmak için devlet organlarının zorlayıcı gücünden yararlanarak onları işbirlikçi, ayrılıkçı, yabancı devletlerin ajanı vb. olarak etikletlemektedir. Soğuk savaş döneminde ırkçılık karşıtı eylemcilerin komünist ve KGB ajanı olarak yaftalanmasına alışılmıştı. Bugünlerde ise bu eylemciler CIA, İsrail, Siyonizm, Türkiye hatta Azerbaycan casusları olarak adlandırılıyorlar. Bu uygulamalarla egemen düzen azınlıklaştırılmış toplulukların eşit muamele, adalet ve tarafsızlık gibi yasal taleplerini reddetmektedir. Etnik ve dilsel tabanlı her türlü faaliyet vahşice bastırılmakta ve çeşitli milliyetlerin kendi kaderini tayin etme hakkı şiddetle inkar edilerek ayıplanmaktadır. Ekonomi cephesindeyse devlet ülkenin kaynaklarını fabrikalar, altyapı ve kalkınma projeleri kurmak için İsfahan, Şiraz, Yezd ve Kerman gibi Fars nüfuslu şehirlere yoğunlaştırmakta , Kürdistan, Beluçistan, Azerbaycan ve diğer Fars olmayan bölgeler ise gün geçtikçe fakirlik ve yoksunluğa daha çok saplanmaktadır.

Irkçı Düzene Karşı Direniş
Sonuç olarak günümüzdeki Güney Azerbaycan Hareketi ve diğer azınlıklaştırılmış toplulukların hareketleri, bu ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı bağlamda ele alınmalıdır. Tarih, dil, edebiyat ve eğitim sistemi, dışlanmış "Öteki" üzerinde tahakküm ve boyun eğdirme mücadelesinin devam ettiği temel alanlar haline gelmiştir. Egemen grup bu öncelikli alanları, baskıcı politik zeminini sürdürmek, hakimiyetini ve ayrılıkçı statüsünü meşrulaştırmak ve zalimane tavrını haklı çıkarmak için kullanmaktadır. Ötekileştirilmiş kesim ise aynı alanları, sorgulamak, meydan okumak, mücadele etmek ve nihayetinde baskıcı egemen düzeni yenmek amacıyla kullanmaktadır. Örneğin dilsel alanda, azınlıklaştırılmış halkların dilleri yasaklanmış ve egemen düzen, kendi dilini onların yerine geçirmiştir. Diğer yandan azınlıklaştırılmış kesim, dışlanmış yerel dilini geri isteyerek diriltmeye ve böylece kendini tanımabilmeye, ifade edebilmeye ve yönetebilmeye çalışmaktadır. Egemen kesimin tarihi, dışlanmış "Öteki"nin meşruiyetini inkar etmek için kullanması gibi ötekileştirilmiş olan da, egemen düzen tarafından dayatılmış olan tarihi, kendi tarih tezleriyle reddetmektedir. Egemen düzen, eğitim sistemini, ırkçılık ve asimilasyon politikalarını uygulamak için kullanmaktadır. Diğer kesim ise eğitim ve okullaşmanın amacını, herkese tarafsızlık, eşitlik ve adalet sağlayabilmek için yeniden tanımlamaktadır.

Dışlanmış taraf, ırkçılık ve baskıya karşı tüm gücüyle savaşırken, tarih, edebiyat, dil ve eğitim sistemi gibi stratejik alanlara çok az erişimi olduğu için mücadelesinin ne kadar zahmetli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Sömüren ve sömürülen arasındaki mücadelenin sonucuna hayati etkileri olan bu alanlar çoğunlukla egemen kesimin kontrolündedir. Egemen düzen kendi halinde bırakılırsa, ötekileştirilen tarafın sonunda sömürgeciliğin, baskı ve ırkçılığın temellerini sarsabilme ihtimali çok azdır. Buna göre dünyanın her yerindeki ilerici güçlerin, bu ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı mücadelelerin farkına vararak onlara her yolla destek olmaları şarttır.


*Dr. Ali Reza Asgharzade, Toronto Üniversitesi Siyasi Bilimler, Felsefe ve Sosyoloji bölümlerinden mezun olup York Üniversitesi Sosyoloji Departmanında öğretim üyesidir.
Asgharzade'nin uzmanlık alanları Küreselleşme, İran Çalışmaları, Ortadoğu Kültür ve Toplumları, Sosyal Teori, Eğitim Sosyolojisi ve Sosyal Eşitsizliği içermektedir. Yazıları birçok uluslararası dergide yer bulan Asgharzade'nin son kitabı "İran ve Çoğulculuğun Ayak Sesleri, Ari Irkçılığı, İslami Köktendincilik ve Demokratik Çabalar” (Iran and the Challenge of Diversity: Aryanist Racism, Islamic Fundamentalism, and Democratic Struggles) 2007 yılında Kanada'da yayınlanmıştır.